Sayın Cumhurbaşkanım, Sizi Seviyoruz… (12 Mart 2013 te Başbakanlığınız döneminde zatı-aliniz için yayımladığımız Açık Mektup)

SAYIN BAŞBAKANIMIZA AÇIK MEKTUP…

 

Sevgili Başbakanım,


Hayatta hiçbir şeyin tesadüf olmadığına, hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığına, herkesin dünyaya görevli geldiğine, insanların ne ekerse onu biçeceğine, sebepsiz sonuç olmayacağına, Allah’ın hiç kimseye ayrıcalık yapmadığına, insanlara akıl verdiğine, ama aklını kullanmayanların da üzerine pislik yağdırdığına inanıyorum.

Kâmil insan; aklını kullanır, düşünür, sorgular, üretir, paylaşır, affeder, sabreder, şükreder, vefalıdır, dürüsttür, iyi ahlaklıdır, çalışkandır, yaratılanı yaratandan ötürü sever.

 

İmralı süreci diyoruz…

Analar ağlamasın diyoruz, bu sefer barışa ulaşmalıyız diyoruz. Terör bitsin diyoruz.

Kim istemez…

 

Sevgili Başbakanım,

 

Terör sebep değil sonuçtur.

Sonuç çözülmez.

İyi ise sefası sürülür.

Kötü ise cefasına katlanılır.

Terörün kaynak sebebi ekonomik bağımsızlığımızın olmaması, onun sebebi ise yeteri kadar çalışıp üretmememizdir.

Türkiye borçludur, çok borçludur. Bu da sonuçtur.

Unutmayalım! Borç alan emir alır.

Kadın şiddeti, Töre cinayetleri, Ensest ilişkiler, hak yemek, yalan söylemek,
3 maymunu oynamak, mış gibi yapmak, insan gibi çoğalmak yerine üremek, marabalık, müritlik, şeyhlik, şıhlık, tarikat, feoadal düzen, mafya hepsi sonuçtur.

Bunların hiçbirisi istediğimiz sonuçlar olmadığı için maalesef yıllardır, anormal bedeller ödeyerek bu olumsuzlukların cefasına katlanıyoruz

“Düşünemeyen bir halka sahip olmak iktidar sahipleri için ne büyük bir şanstır “demiş Hitler.

“Şeyh uçmaz müritleri uçurur” demiş büyüklerimiz.

“Hocanın dediğini yap, yaptığını yapma.”

“Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın.”

“Sürüden ayrılanı kurt kapar.”

“Her koyun kendi bacağından asılır”

Tüm bu aklı öteleyen, korku salan söylemler yıllar içinde kendine güvenmeyen,
Kendini hiç sayan bir toplum yarattı.

Koyun dedim de aklıma geldi.

Öğünmek gibi olmasın Kayseriliyim.

Rahmetli dedem ben daha 10 yaşında iken anlatmıştı.

Kendisi celepti, Erzurum’un yaylalarında hayvan besler, kışın bu hayvanları Kayseri’ye getirir ve sucuk-pastırma yapılırdı.

(O zaman herkesin yiyebildiği sucuk ve pastırmanın ne inanılmaz lezzeti vardı. O zaman hayat ne kadar güzeldi, insanlar ne kadar yardım severdi, ben siftah ettim, komşum etmedi git oradan al diyen esnaflar, akşam evdeyseniz annemler size gelecek diyen sevimli küçükler. Hepsi de mutluluğun resmi idi.)

Dedemin kulağımda küpe olan söylemine gelirsek;

İyi bir çoban sürünün içinden bir koyunu alır, eğitir, bu koyuna kara koyun derler, bu kara koyunun görevi sürüyü mezbahaya kesime götürmektir. Sadece kendisi canlı çıkar ama sürü kesimhanede kalır. Çoban da bu arada çok rahat eder. Ama birkaç sürü sonra bu kara koyun dellenir (huysuzlanır). Çoban bu durumu bildiği için kara koyun dellenmeden onun yerine başka bir kara koyun koyar ve dellenen kara koyun için mezbahada kırmızı kurdele der (o da kesilsin anlamında)

Bu hikâye öylesine aklımda kaldı.

Bundan 20 sene önce, herhalde ancak uyanabildim ki, bu doğa olayı acaba insanların ve devletlerin yönetiminde de uygulanıyor mu diyerek değerlendirmeye başladım.

Bu hikâyede 3 aktör var, Çoban- kara koyun-binlerce koyun.

Nasıl bir kıssa çıkarabilirim diye düşündüm.

Çoban mı olmalıydım, en azından hükmederdim.

Kara koyunluğu; bir ihanet olarak gördüm.

Koyunluk; zaten Allah’ın yarattığı en şerefli mahlûk olan insanlar için açıklanamaz bir durumdu.

Ama biliyor musunuz?

Çoban da olmak istemedim. Çünkü ben bir insandım.

Allah bana akıl vermişti, aklımı kullanacak ve benim gibi aklını kullananlarla birlikte sevgi

içinde, üreterek ve insan gibi çoğalarak, bize verilmiş bu emaneti, ihanet etmeden

Genç, eğitimli, çağdaş nesillere gönül rahatlığı içinde bırakacaktım.

Onun içinde çoban olmak istemedim, ama çobana kızmadım da. Çünkü bu hikâyede anahtar kelime koyun olmaktı.

Eğer biz aklımızı kullanmayıp koyun olursak bizi içimizden birilerine güttürecek çoban mutlaka olurdu.

 

Sevgili Başbakanım,



Yukarıda bahsettiğim her türlü olumsuz sonucun altında aklımızı kullanmadığımız, tembel olduğumuz, kendimizi hiç kabul ederek, kayıtsız şartsız birilerine güvenerek bir bakıma asalak gibi yaşayan bir toplum olmamız ve öğrenilmiş çaresizliğin yattığına inanıyorum.

Allah tarafından özel görevli olarak gönderildiğine Allah’ın sevgili kulu olduğuna inandığım Sevgili Atatürk tüm mazlum milletlere de örnek olacak şekilde inanılmaz bir kurtuluş savaşı sonrası Osmanlı’nın küllerinden yepyeni bir millet meydana getirmiştir.

Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk milleti denir.

Türk demek Türkçe demektir.

Ne mutlu Türküm diyene

Diyerek, Türkmen’i, Kürt’ü, Rum’u, Ermeni’yi, Yahudi’yi, Yörük’ü, Laz’ı, Çerkez’i, Boşnak’ı  vb. herkesi kucaklayan yepyeni bir millet yaratmış, alfabeyi de değiştirerek Türkçeyi hepimizin ortak dili olarak önümüze koymuş ilk başöğretmenliği de kendi yapmıştır.

Hiçbir şeye ihtiyacımız yoktur, ihtiyacımız olan yegâne şey çalışmaktır diyerek de çok basit ama mucizevî bir hedef vermiştir.

Biz Türkler, maalesef çalışmak hedefini, yaşam biçimi haline, alışkanlık haline getiremedik,

Atatürk’ün kendi ifadesi ile çalışmadan-yorulmadan-öğrenmeden rahat yaşama yollarını aramayı alışkanlık haline getiren milletlerin önce haysiyetlerini sonra hürriyetlerini daha sonra istiklallerini kaybedeceği gerçeğini göremedik.

10 Kasım 1938 den başlayarak el birliği ile bu mucizevî mirası yemeye başladık.

Dinimizde Allah ile kul arasında kimse olmamasına, hayatta en hakiki yol gösterici ilimdir, fendir denilmesine rağmen, insanlarımız akıllarını kullanmayı akıl etmedikleri için şeyhlere, şıhlara, tarikatlara, ağalara özetle feodal düzene tembel-maraba olmayı, çalışıp üretmeye tercih etmişlerdir.

Siyasilerimiz de bu tembellik ağacını sulamayı ve gübrelemeyi ihmal etmeyerek, insanların layık olduğu yöneticiler tarafından idare edilmesini garanti ettiler.

Siyasilerimiz; özellikle Doğu ve Güneydoğudaki aşiret reislerini yanlarına alarak seçim zamanlarında tüm bölge oylarının cepte olduğu kurnazlığını keşfettiler.

Bu kurnazlığı, cemaatler, tarikatlar, ağalar ve PKK terör örgütü de ister gönüllü ister zorla uygulayarak, Türk milletine maliyeti yıllar içinde kan-gözyaşı ve inanılmaz para kaybı olan, kendileri içinse sadece para-menfaat ve rant anlamına gelen, dolayısı ile dış güçlerin ekmeğine yağ süren bir kaosun ve karanlığın içine soktular.

Suçlu aramayalım, aynaya bakalım, hepimiz suçluyuz, hak ettik mi, hem de %100.

Yapılması gereken nedir?

Bu duruma hep birlikte geldi isek, birlik içinde çıkacağız.

Kendimizden kurtulacağız, kendimize kaçacağız.

Ortak dilimiz Türkçe ile birbirimizi anlayarak, Türk milleti olarak bunu yapacağız.

Yapmak zorundayız.

Türk milleti mozaik olmanın çok ötesinde Ebruli sanatının dünyadaki en muhteşem ve tek örneğidir.

Bu muhteşem coğrafyada yaşayan Türkler olarak, artık önce ülkemiz ve insanlarımızın refahı için, sonrasında ise tüm insanlık için çok çalışarak insanlığa borcumuzu ödeme sorumluluğumuz bulunmaktadır.

Çünkü şimdiye kadar sadece üredik, ama üretmedik, sadece borç aldık ve her zaman tüketim ayağında bulunduk.

Global dünyada artık bağımsızlık kavramı kalmadı bunun yerine Karşılıklı bağımlılık geldi.

Karşılıklı bağımlı olabilmek için de yüksek teknoloji ile kimsenin yap(a)madığı ürünler yapmalıyız. Türkün aklını kullanabilmeliyiz.

Müslüman dünyanın karşı olduğu Yahudilerin, üremeyip ama insan gibi çoğalarak, insanlarını ise oya gibi işleyerek eğitimli, aydın bireyler haline getirmelerini ve dünyada ARGE’ YE en büyük payı ayırmalarına gıpta ile bakmamız ve sonuçları üzerinde çok ciddi olarak düşünmemiz gerektiğine inanıyorum.

Bu konuda özellikle, kadını dışlamayan, sorgulayan, Atatürk’ü ve yaptıklarını en iyi anlayan ve içselleştiren Alevi vatandaşlarımızın ülkemizin çimentosu olduğunu düşünüyorum.

Bütünün yarısı olan kadınlarımızla aydınlanacağız.

Haksızlıklar karşısında susan dilsiz şeytan olmayacağız.

İzin verirseniz naçizane çözüm önerilerimi de belirteyim.

Mutlaka aklı ön plana çıkarabilmek için feodal düzeni kesinlikle yok etmeli, eğitimi ezberden kurtararak sorgulayan-düşünen-üreten nitelikli bireyler yetiştirmesini sağlamalıyız.

Biliyoruz ki Nitelikli Demokrasi Nitelikli Bireylerden Oluşur.

Mademki sosyal devletiz ve mademki zengin değiliz ama soyumuzu da devam ettirmek zorundayız, insan gibi de yaşamak istiyoruz.

Devletimiz, zengin-fakir, doğulu-batılı-Türk-Kürt, Alevi-Sünni demeden herkesin bir çocuğu için doğduğu yerde ama kesinlikle göstermelik değil gerçekten ve “mış” gibi yapmadan her türlü eğitim-sağlık ve iş bulma güvencesini versin. (Akraba evliliği yapanlar kesinlikle bu güvence kapsamı dışında bırakılmalıdır.) 2. çocukta bu destek yüzde 50 olsun.
3. çocukta ise ilk 2 çocuğa verdiği güvenceyi bıçak gibi kessin. Mademki bu vatandaşımız 3. çocuğunu yaptı. Gel arkadaş, bu çocukların her türlü ihtiyaçlarını karşılayacak sürekli bir gelirin olmalı, bunu bana ispat et desin.
(eğer bu uygulamayı devletimiz 3 çocuktan başlayarak yapıyorsa, buna gücü var ise ne muhteşem olur)
Sözüm tabii ki çocuğuna bakabilecek, oya gibi işleyecek, ekonomik güce sahip çok çocuklu ailelere değil.

Aksi takdirde kim olursa olsun hepimizin ortak katma değerinden  elde ettiğimiz vergiler; birileri lehine, birilerine peşkeş çekilmesin, niteliksiz, düşünemeyen bireyler ürettirilmeye kalkılmasın, kalkıştırılmasın, ülkemizin ve tüm insanlarımızın huzuru bozulmasın.

 

Sevgili Başbakanım,

 

Terör silah bıraktırmakla çözülmez, çözüldüğünü sanırız.

Aklımızı kullanmaz isek, aklını kullanan çoban/çobanlar içimizden yeni kara koyunlar devşirerek bu çok basit oyunlarını oynamaya devam ederler, korkarım bizi birbirimize kırdırırlar.

Bu şaşırtıcı bir sonuç olmaz.

Bu akıl tutulması değildir de nedir?

Çözüm; çalışmak, çalışmak, çok çalışmaktır.

Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanı olarak nadir kişilere nasip olan bu kutsal görevinizde,
Aklınızı kullanarak bu oyunu bozacağınıza inanıyoruz.

Çılgın Türkler olarak biz kendimize güveniyoruz.
Vatanımızı seviyoruz.
Hangi etnik kimlikten olursa olsun güzel Türk insanını seviyoruz.

Türk; titre ve kendine gel, muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur demenin tam sırası olduğunu düşünüyoruz.

Bu duygularla hepimizin Başbakanı olarak önümüze düşmenizi bekliyoruz.

Devletimizin güçlü olmasını istiyoruz.

Sizi seviyoruz.

Ecz. Mehmet ŞAPÇI
Yönetim Kurulu Başkanı